30 Agustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun

30 Ağustos 2012 Perşembe

www.tips-fb.com
 
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat
günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir
yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.
NazımHikmet
'' Nemiz varsa, eger bagimsiz bir devlet kurmussak,hur vatandaslar olmussak,serefli insanlar gibi dolasiyorsak,yurdumuzu Batinin pencesinden,vicdanimizi ve dusuncemizi Dogunun pencesinden kurtarmissak,su denizlere bizim diye bakiyor, bu topraklarda ana bagrinin sicakligini duyuyorsak, belki nefes aliyorsak, hepsini, her seyi 30 Agustos zaferine borcluyuz.''
demis Falih Rıfkı Atay.
30 Agustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Hayallerimizi satmadık ya.....

22 Ağustos 2012 Çarşamba

www.tips-fb.com

Gitmek cesaret ister ufaklık
Gidecegin yer neresi olursa olsun
Sevdiklerinle arana mesefe girince
Varış yerinin hiç bir anlamı kalmaz.
Vedalaşmakta zor iştir biliyo musun ?
Oturursun geminin kıçına.
Bakarsın sevdiklerine gittikçe ufalırlar ufalırlar kaybolurlar
O zaman anlarsın işte
Vedaşalmak asıl kalana değil gidene koyar.
100 defa söyledim sana hüzünlü değilim, mizacım böyle.
Bak şarabımla beraberim.
Çocukluğumdan beri hayaller kuruyorum
Şarabımdan Ayrılmadan hemde.
Ben şarabımdan Ayrılmıyorum.
O da bana bunca gidene rağmen hala hayal kurdurtmaya devam ediyor.
Ne olmuş yani büyük adam olamadıksa?
Hayallerimizi satmadık ya ?..


En Kolay Şeftali Tatlısı...

16 Ağustos 2012 Perşembe

www.tips-fb.com

En KolaySeftali Tatlısı


şeftali

 tozşeker

su bardağı su

ceviz içi


Şeftalileri 2’ye bölüp şekirdeklerini çıkarın ve çekirdek yuvalarını kesip temizleyin.(Kaç kişilik yapacaksanız ona göre şeftali hazırlayın)
Bir fırın kabına dizin.Üzerlerine  toz şekeri serpin.(üstü tamamen şekerle kapanmasın. Tabi siz tatlı isterseniz bu sizin isteğinize kalmıs)Çekirdek yuvalarını ceviz (fındık yada bademde olabilir) ile doldurun. Fırın kabına suyu boşaltın(su seftalilerin yarısına kadar gelsin) ve kabın üzerini folyo ile kapatın.
Önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında şeftaliler iyice yumuşayıncaya kadar yaklaşık 20-25 dakika pişirin. Sonra folyoyu acın ve 10 dk daha pişirin.
Buzdolabında soğuttuktan sonra sade dondurma yada üzerine tarçın ekerek servis yapın. Muhteşem. Yalnız gün içinde tüketmeye bakın kalınca tadı sanki biraz bozuluyormuş gibi geliyor bana..
Afiyet olsun..

Mevzular ve Pınar Hn..

6 Ağustos 2012 Pazartesi

www.tips-fb.com
Bu kadına bayılıyorum.. Her hafta ondan attuğı mailler sayesinde çoook şey öğreniyorum.Bu haftaki hele çok hoşuma gitti:) İstedim ki sizde haberdar olun.. İnternet sitesini mutlaka gezin.. Hatta gönül rahatlığı ile sipariş verin. Kesinlikle pişman olmayacaksınız.

Sevgiler,
Oley



Kasaptan et alıp ekmek içi, karabiber, tuz, soğan ve yumurta sarısı ile yoğurarak beş dakikada köfte hazırlayabilirdiniz. Sistem, ''Gerek yok'' dedi ''değerli vaktinizi harcamaya.'' ''Reyonlarımıza gelin ve çalışan, modern kadının kurtarıcısı hazır köftelerden birkaç kutu satın alın.''
Yok, tadını beğenmediniz mi? Tamam, kendiniz alın eti... Ama en azından şu yan reyondaki hazır köfte harcını kullanın.
Kuru ekmekleri rondoya atıp pırıl pırıl galeta unu hazırlayabilecektiniz, gerek kalmadı. Hazır galeta unları çıkıverdi önünüze.
Mercimek çorbası kalktı sofralardan, hazır çorbalar girdi. Sütlaç gitti, puding geldi. Limonata demode oldu, asitli içecekler doldurdu dolaplarınızı. Sonra limonata birden yeniden moda oldu, ama sistem sizin için hazırlayınca oldu.
Yumurta, şeker, un ve süt çırpmaya mı üşenildi ne oldu bilmiyorum ama, hazır pasta tabalarına alışıverdi herkes. Hazır kremalar sizi üç buçuk dakikalık büyük külfetlerden kurtardı. ''Zamanım işime de yeter, çocuklarıma da yeter; senede iki haftasonu kendi reçelimi, turşumu, salçamı hazırlamaya da yeter.'' diyen annelere deli gözüyle bakıldı. Okula giden çocuğunun beslenme çantasına kremalı bisküvi koyan, havuz başında o çocuğun eline para sıkıştırıp dondurmaya benzeyen, dondurma ile alakası olmayan ürünler aldıran anneler normalden sayıldı. Ne büyük rahatlıktı... ''Aman o kadar da olsun canım'' dı... İyi de hangi ara geldi bu tuhaf ürünlere güven, kimse sormadı. Çarklar döndü, sistem işledi...
Devasa bir para, devasa bir ticaretti... Büyüdü, dar geldi pazar. Sadece reklamlar yeterli oluyordu. Ürün çoğaldı, pazar sabit kaldı. Haliyle klasik yöntemler yetmez oldu.
Aslında hiç ihtiyacınız olmayan bir ürünü, sanki onsuz yaşayamazsınız gibi size sunmak... Yeni çağın pazarlama anlayışı bu.
''O boyalı yoğurdu yemezse çocuğunuz güdük kalır'' dediler. Bizim anneler yemediler. Baktılar tutmadı, güvenilir isimler reklamlara çıktı, yeni çağın ''sosyalleşmiş'' medyasında gerilla savaşı başlatıldı. Sonuçta anneler bir şekilde inandırıldı. Gerçekten bilinçli olan ve ısrarla karşısında duran anneler ise toplum baskısı ile karşı karşıya kaldı. Çocuğunuza boyalı yoğurt yedirmediğinizi gören komşunuz, sizi şöyle bir süzüp ne kadar acımasız bir anne olduğunuzu mırıldandı.
İftar sofranızda, akşam yemeğinizde, bidon boy asitli içecek yoksa mutluluk haram size. O mutlu aile tablosu... Anne, baba, dede, çocuk... Gülümseyen yüzler, sıcak sohbetler... Hani sanki ayran içseniz kös kös oturup birbirinizi seyredecekmişsiniz de bu meşrubatı alınca mutluluk güneş gibi doğacakmış salonunuzda. Ne bileyim, böyle acayip bir şey...
Şimdi tüm bu oyunlar, tüm bu fırtınalar bir bardak suda kopuyor. Damacana sular ''tü kaka'' şeklinde, medyada çatır çatır alaşağı ediliyor. Üç kuruşluk, zaten başında ruhsat verilmesi abes olan rezil tesisler ile pırıl pırıl suları size getiren firmalar aynı kefede lekeleniyor.
Ben ambalajlı su sektöründen çıkalı beş sene oldu. Bir menfaatim yok. Hatta o gruptan olan ya da kalan bir dostum da kalmadı. Tek başıma girdiğim, tek başıma başardığım, tek başıma çıktığım bir işti. Bitti.
Ama şimdi yapılanları görünce, okuyunca bundan sonra neler olacağını anlıyorum.
Diyelim kendi halinde kurulmuş, pırıl pırıl ama öyle pek de devasa olmayan bir işletmeniz var. Suyu da çok kaliteli... Tüm ''büyüklerin'' gözü sizde. Devrilseniz, hemen tesisi üç otuz paraya kapacaklar. Aşama aşama devirme planını uyguluyorlar. Büyük şehirlerde çok satan, madalyalı, ödüllü mödüllü büyük su firmalarının bu güzel kaynakları alıp ''Exclusive'' olarak kendi portföylerine ekleyecekleri belli oldu bana göre.
Yıllar yıllar önce dev bir şirket, arıtma su işine girdi. Koca bir fabrika kuruldu, koca koca cihazlar geldi. Suyun sertliği, Magnezyum, Kalsiyum vb. değerleri güzelce ayarlandı. Şık mı şık şişeler ve su dolapları ile satış başladı. Ne var ki bir sorun vardı: Tüketici o kadar da salak değildi. Ütü suyunun ta kendisi olan bu tuhaf şeyi, hiç kimse alıp kafasına dikmedi. Satılması için perakendecilere baskı yaptı bu kez firma. Ürün gamında deli gibi satan başka içecekler vardı. Gitti restoranlara, marketlere, benzin istasyonlarına... ''Eğer'' dedi, ''benim içeceklerimi bulundurmak istiyorsanız, kapınızdan içeri sokabileceğiniz tek su markası da benimki olacak.''. Bir yandan da ''Doğal Kaynak Suları Bakteri Yuvası'' haberleri döndü durdu medyada o dönem, firma eh işte... Başarılı oldu gibi iki yıl kadar. İki yıl boyunca pek çoğunuzun karnı şişmiştir o ütü suyundan, hatırlarsınız. :)
Ama işte yine olmadı. Tüketici baskısı, en büyük şirketleri bile dize getirir. Bakterili kaynak suyu haberleri fos çıktı, tüketiciye ütü suyu içmekten gına geldi, satışlar yine durma noktasına indi. O firma, daha fazla dayanamayıp gitti, nitelikli bir doğal kaynak suyu buldu. Tesisi ve kaynakları dudak uçuklatıcı bir para ile satın aldı. Şimdi her yerde bunu satıyor.
Şu anda ortalıktaki karmaşa, bu ve bunun gibi büyük firmaların genişleme operasyonundan başka şey değil. ''Yakındır, olacak'' denilen su savaşları başladı bile. Alışın, çünkü insan eliyle yaratılamayacak en yaşamsal ihtiyaç o... Ben alaylıyım, olanı biteni bildiğimce anlatırım. Derseniz ki ''Bu işin mektebinden de açıklamaya ihtiyacımız var...'' Şu linkten, değerli hocamın görüşlerini okuyabilirsiniz. : Damacana Sular ile Ilgili Bilgilendirme
Su işinde yapılanlar, Organik Tarım meselesinde de yapıldı. Anadolu'da kuşaklar boyunca çiftçinin kendi mahsulünden aldığı, ektiği tohumun nesi vardı..? Hiç ama hiçbir şeyi. Ama düzen doğal haliyle işlerse, bu işten kendine pazar yaratmak isteyenler, para arayanlar nasıl nemalanacaktı? E kolay... ''Hepiniz öleceksiniz'' yaygarası koparıldı. Bir yandan da Anadolu'nun her yanında çiftçinin elinden tohumlar alındı. Yurtdışına çıkarıldı. Tereciye tere satılacaktı, üstelik bu iki ayrı koldan yapılacaktı.
Tohum almak, tohum satmak yasaklandı önce. Dolmalık biber dikeceksiniz ve Balıkesir'den geçerken bir tarlanın ürününü çok mu beğendiniz? ''Dayı bunun tohumu var mı sende? Aldın mı? Satabilir misin bize?'' diyemezsiniz. Alan da suçludur, satan da... İlla ki sisteme para ödeyeceksiniz. Tohumculuk hakkındaki kanunları araştırın Google'da.
İki sene önce, Adanalı bir polis ile ahbap olduk burada. Kayınbiraderi Adana karpuzunun gerçek tohumlarına sahipmiş. Telefonunu aldık, aradık, karpuz çekirdeği istedik. Kendimiz için dikeceğimiz, altı üstü 300 karpuz çekirdeğini posta ile, kargo ile yollamaktan korktu adamcağız. En sonunda yalvar yakar, Adana otogarından kalkan bir otobüsün muavinine açıktan vermeye ikna ettik. İzmir otogarında uyuşturucu kaçakçısı gibi tohumları alıp getirdik, ektik. Bugün hala bu karpuzları yiyoruz biz. :) Tüketiciye de ZN_tdV6, ERKENCİ-3 gibi acayip acayip isimli tohumlardan çıkan karpuzlar sunuluyor dört yanda.
Yine de güzel gelişmeler var. Greenpeace büyük bir kamuoyu oluşturmak için elinden geleni yapıyor. Yetkili makamlar üzerinde baskı kuruyor. Kanunun bazı maddeleri iptal ediliyor artık. Bunlar iyi şeyler. :)
Ama derseniz ki şu Tohum Takas Şenlikleri falan..? Onlar göz boyamadan başka şey değil. Tohumlar şenlik havasında takas ediliyor da kim dikiyor..? Ben hiç görmedim. Kendilerine müşteri, basında bir yer, belediyelerin pazar yerlerinde boş tezgah arayanlardan başka kimse yok oralarda. Dostlar alış-verişte görsün... Büyük şehirlerden kalkıp gelen, bu işi gerçekten seven birkaç permakültürcü dışında herkes gülüyor o işlere. Bir sapta yirmi karpuz alan adam, bir sapta üç karpuza razı olur mu hiç sizi düşünüp..?
Birinci koldan GDO'lu tohumlar girer; ikinci koldan, aynı kaynaktan ''Organik Tohumlar'' pazarlanır. Allanır, pullanır, üç beş dernek kurulan pazarlardan iyice bir nemalanır, sertifikalar satılır, bilinçlenmeye çalışan tüketici güzelce aldatılır.
Hiç durup iyice düşündünüz mü.. Okuyun: Organik Tarım Doğal Tarım mıdır?
Sevgiler,
Pınar

Yeniden...

1 Ağustos 2012 Çarşamba

www.tips-fb.com



Kaybetmekten mi korkuyorsun; kaybet.
şmekten mi korkuyorsun; düş.
Yaralanmaktan mı korkuyorsun; yaralan.

Sonra iyile
ş.
Yeniden kalk.
Yeniden ba
şla.
Yeniden sev.
Yeniden â
şık ol.
Bir daha mı dü
ştün?
Bir daha kalk.

Er ya da geç, bekledi
ğin gelecek.
Er ya da geç aradı
ğın seni bulacak.

Ama sen bir kez yıldın mı, korktun mu,
Maskeni yüzüne geçirip kalkanlarını ku
şandın mı, o zaman bitecek.

Bekledi
ğin her ne ise asla gelmeyecek!